DİYARBAKIR
SİDA (İsveç Uluslararası Kalkınma ve İşbirliği Ajansı) ve TESEV’in düzenlediği “Türkiye’deki Barış Sürecinden Beklentiler” konulu panel için Stockholm’deyiz. Akademisyenler, büyükelçilikler ve araştırma merkezlerinden uzmanların katıldığı panelde gelen sorulardan Türkiye’deki barış sürecinin devamına ilişkin ciddi kaygılar olduğu anlaşılıyor. İç Güvenlik Paketi sadece Türkiye’de değil Stockholm’de de yetkilileri endişelendiriyor.
Al Sharq Forum’dan Galip Dalay’ın barış sürecinin bölgesel dinamiklerine ilişkin yaptığı ufuk açıcı konuşma, Kürtlerin yaşadığı devletlerin, artık kendi Kürt politikalarını oluştururken pan-Kürt ilişki ağlarını da ajandalarına koymalarının gerekliliğini gösteriyor. TESEV’den panelistler Özge Genç ve Koray Özdil’in konuşmalarında değindikleri, TESEV’in geçen yıl Kandil, Mahmur, Avrupa’daki Kürtlerle yaptığı araştırma oldukça kıymetli. Araştırma sonuçları, PKK gerillalarının çıkarılacak bir “af”fı kabul etmediklerini ve Türkiye’deki sosyal ve politik yaşamın bir parçası olmak istediklerini ortaya koyuyor.
Kobane’den sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı, Türkiye’deki barış sürecinin ciddi yara aldığı, Kürtlerin Türkiye algısında önemli bir kırılmanın meydana geldiği herkesin katıldığı ortak noktalar. Kobane’den sonra da hükümet temsilcilerinin devam eden “yıkıcı” dili, bu kırılmayı maalesef toparlamıyor.
Tam da bu noktada sivil toplumun barış sürecindeki rolü daha da kritik hale geliyor. Benim konuşmamda özellikle üzerinde durduğum bu nokta, barış süreçlerinde tansiyonun arttığı ve belirsizliğin olduğu dönemlerde, sivil toplumun bu tansiyonu azaltmada önemli bir rolü olabileceği üzerine. Çatışmalı birçok farklı ülke deneyiminde, sivil toplumun barış süreçlerinde kritik bir rol oynadığını görebiliyoruz. Özellikle tabana ulaşmada, barışın toplum tarafından sahiplenilmesinde sivil toplum olmazsa olmazlardan.
Maalesef Türkiye’de barış süreci şuan için kapsayıcı bir şekilde ilerlemiyor. Süreçte sivil toplum örgütleri henüz yok. Hükümetin sürecin başından beri kapalı kapılar ardında kendisine yakın bazı sivil toplum örgütlerinden görüş alıyor olma ihtimali yüksek, ancak sadece kendine yakın ve eleştirel duramayan örgütlerle çalıştığı zaman, hükümetin tabanın sesini duyma şansı da kalmıyor. Bu da süreci daha da zora sokuyor.
Oysa Kürt sorununun temel ayakları olan anadilde eğitimden, geçmişle yüzleşmeye, zorunlu göçten, tutsaklara kadar geniş bir yelpazede çalışan birçok sivil toplum örgütü mevcut. Bu sivil toplum örgütlerinin büyük çoğunluğu taban örgütlenmeleri olduğu için halkın sesini sürece aktarmada daha etkin bir rol oynayabilirler.
Sivil toplumun barış sürecine katılması, gelecekte bir barış jenerasyonu oluşturabilmek için de elzem. Barış iki tarafın masada imzaları atması ile elbette gelmeyecek. Barışın evimize, sokağımıza, sadece bugünkü değil, gelecek nesillerin de kalplerine, ruhlarına girmesi gerekiyor. Bu da bu alanlarda insanlarla birebir çalışan, onlarla temas eden örgütlerle işbirliği yapmayı gerektiriyor. Masa başından Kürt sorununu analiz eden “uzman” ve “stratejist”lerle sağlıklı bir süreç yürütülemeyeceği açık.
Türkiye’de barış sürecinde çok önemli bir sorun devletin halkı “barış” kavramına hazırlamıyor oluşu. Birçok farklı ülke deneyiminde, barış süreci başlamadan önce ya da sürecin başlarında, hükümetlerin halklarını “barış” kavramına alıştırmak için birçok kampanya düzenlediğini görüyoruz. Örneğim Kamboçya’da devlet toplum içinde barışı teşvik etmek için reklam ajansları ile çalışıyor.
Hükümetin bu süreçte kurulacak gözlem heyetinde ve diğer komisyonlarda, sivil toplumun barış için oynayabileceği rolü dikkate alacağını umalım!